Walter Benjamin Fotoğraf Yazıları Üzerine

Şeref Aksoy Blog’da bu gün, fotoğrafın teknik bir süreç ve düşünme biçimi olduğunu bize hatırlatan temel bir eseri tanıtmak istiyorum. Walter Benjamin Fotoğraf Yazıları.

Hani bazen fotoğraf çekersiniz, teknik olarak kusursuzdur ama bir şeyler eksik gelir ya… Ya da tam tersi; hafif bulanık, puslu bir karedir ama içine çeker sizi. İşte o “bir şeyler”in ne olduğunu, fotoğrafın icadından beri kimse Walter Benjamin kadar iyi tarif edemedi. Elimdeki Fotoğraf Yazıları kitabı, aslında bize dünyayı görme biçimimizi anlatıyor.

Kitap, Benjamin’in farklı yıllarda yazdığı makalelerden oluşuyor. Ama korkmayın, öyle sıkıcı bir ders kitabı gibi düşünmeyin. Benjamin sanki karanlık oda ile felsefe kürsüsü arasında bir köprü kurmuş.

Kitapta en çok ilgimi çeken, Benjamin’in “Aura” (Hale) dediği o kavram oldu. Benjamin’e göre Aura, bir sanat eserinin “şimdi ve burada” olma halidir. Mesela, orijinal bir tablonun önünde durduğunuzda hissettiğiniz o tuhaf mesafe, o eserin biricikliği ve tarihsel derinliği onun aurasıdır. Benjamin, Aura’yı tanımlarken en çok mesafe kavramı üzerinde durur. Bir nesnenin aurası varsa, o nesne size ne kadar yakın olursa olsun, onda hep bir “uzaklık” hissi vardır. Bu, saygıyla karışık bir hayranlıktır. Benjamin, kitabın başlarında ilk fotoğraf tekniklerine bakar ve onlarda da bir aura olduğunu söyler. Çünkü o fotoğraflarda poz veren insanlar dakikalarca kıpırdamadan durmak zorundaydı ve o süreç fotoğrafa bir “ruh” katıyordu. Aura artık eserin “tekliğinde” değil, fotoğrafçının o ana yüklediği “anlamda” yaşıyordu. Bir fotoğrafı hızlıca “tüketilecek bir içerik” olarak değil de, içine bakana bir hikaye fısıldayan, onu durup düşündüren bir “mesafe” ile kurguladığımızda auranın modern versiyonunu yaratmış oluruz.

Benjamin’in “Optik Bilinçdışı” dediği bir şey var ki, okurken “İşte bu!” dedim. Gözümüzle görüp de o an algılayamadığımız detayları fotoğraf makinesi yakalar. Bir gülüşün içindeki o hüzün kırıntısını veya rüzgarın saçları  savurduğundaki o milimetrik anı… Fotoğraf, kendi gözümüzün yetmediği bir dünyanın kapısını açar.

Walter Benjamin, fotoğraf makinesini bir kayıt cihazı olarak değil de, adeta bir “mikroskop” veya “psikanaliz koltuğu” gibi görür. İnsan gözü sınırlıdır; seçicidir, hız karşısında çaresizdir ve çoğu zaman ayrıntıları “eleme” eğilimindedir.

İşte Benjamin tam burada devreye girer ve o meşhur tespiti yapar:

İnsanın bilinçli olarak algıladığı alanın yerini, bilinçdışı olarak algıladığı bir alan alır. Bir insanın adım atarken takındığı tavır hakkında genel bir fikrimiz vardır ama o adımın atıldığı saniyenin kesirlerinde neler olup bittiği hakkında hiçbir fikrimiz yoktur. İşte fotoğraf, ağır çekim ve büyütme gibi tekniklerle bunu bize gösterir.”

Benjamin’e göre fotoğraf, doğayı bizim zihnimizin kurallarından kurtarır. Zihnimiz dünyayı “anlamlı” kılmak için sürekli filtreler; fotoğraf ise filtreyi kaldırır ve çıplak gerçeği, tüm o dağınık ve kontrolsüz haliyle önümüze koyar.

Benjamin, Fotoğraf Yazıları kitabında modern fotoğrafın öncüsü olarak gördüğü Eugène Atget’ye geniş bir yer ayırır. Atget, 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başında Paris sokaklarını, dükkan vitrinlerini, kapı tokmaklarını ve boş avluları  fotoğraflayan “eski usul” bir adamdı.

Benjamin’in Atget hakkındaki en sarsıcı tespiti şudur:

“Atget’nin fotoğrafları bir cinayet mahallinin kanıtları gibidirler. Bu fotoğraflarda insan yoktur… Sanki buralarda az önce bir olay vuku bulmuş da, herkes alelacele çekip gitmiş gibidir.”

Benjamin’e göre Atget, fotoğrafın o güne kadarki “süslü püslü” ve “romantik” havasını yerle bir etmiştir. O, fotoğraflarını Paris’i  ifşa etmek için çekmiştir. İnsansız boş sokaklar, aslında o kentin ruhuna ve tarihine dair en saf kanıtlardır.

Walter Benjamin’in Fotoğraf Yazıları, Aura, Optik Bilinçdışı ve Atget’nin Kanıtları üzerinden bize şunu söylüyor: Fotoğraf çekmenin  bir tuşa basmaktan ibaret olmadığını, dünyayı bir dedektif titizliğiyle, bir filozof derinliğiyle ve bir tarihçi sadakatiyle yeniden okumak olduğunu tembih ediyor.

İyi okumalar…

Walter Benjamin Kimdir?

Walter Benjamin 1892’de Berlin’de doğdu. Yahudi kökenli Alman edebiyat eleştirmeni, düşünür, kültür tarihçisi ve estetik kuramcısıdır. Felsefe doktorasını “Alman Romantizminde Sanat Eleştirisi Kavramı” adlı teziyle aldı. Ernst Bloch, Theodor W. Adorno ve Bertolt Brecht’in etkisiyle 1930’larda giderek Marksizm’e yakınlaşan Benjamin 1933’te Almanya’yı terk ederek Paris’e yerleşmek zorunda kaldı. Burada geçirdiği zor sürgün yıllarında edebiyat dergilerine ve Adorno ile Horkheimer tarafından yayımlanan Zeitschrift für Sozialforschung’a (Sosyal Araştırmalar Dergisi) eleştiri ve denemeler yazdı ve Pasajlar, Bin Dokuz Yüzlerin Başında Berlin’de Çocukluk, Baudelaire ve Kafka üzerine denemeleri gibi çalışmalarını ortaya çıkardı. 1939’da bir dergide çıkan bir yazısı nedeniyle Alman vatandaşlığından çıkarıldı. 1940’ta Gestapo’ya teslim edileceği ihtimali karşısında kaçmaya çalışırken Fransa-İspanya sınırında öldü. Frankfurt Okulu’nun estetik kuramcılarından Walter Benjamin, yirminci yüzyılın en önemli eleştirmenlerinden biri olarak kabul edilir. Türkçeye Bin Dokuz Yüzlerin Başında Berlin’de Çocukluk (YKY, 2004), Pasajlar (YKY, 1993), Brecht’i Anlamak (Metis, 1984), Tek Yön (YKY, 1999) dahil çok sayıda eseri çevrilmiştir.

 

Her ay, gelen kutunuza harika içerikler almak için Bülten'e kaydolun.

İstenmeyen posta göndermiyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun.

Leave A Comment / Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir