Azmak Nehri
Dağların içerisinden süzülerek ve birikerek doğduğuna tanıklık ediyoruz ve buz gibi suya ayaklarımızı daldırdığımızda vücudumuzda bir ferahlık hissine kapılıyoruz.
serefaksoy@gmail.com
info@serefaksoy.com
sizdengelen@serefaksoy.com
Dağların içerisinden süzülerek ve birikerek doğduğuna tanıklık ediyoruz ve buz gibi suya ayaklarımızı daldırdığımızda vücudumuzda bir ferahlık hissine kapılıyoruz.
Yakılan her ağacın külleriydi heveslerimiz, Aydınlıktı yüzlerimiz solmamıştı henüz güneşlerimiz, Yitik bakışlarda gizlemiştik Saftı çocukluğumuz, Avuçlarımızdaydı umut sımsıkı tuttuğumuz, Bir sıcaklıktı Sabah serinliğiydi bedenlerimiz, Durmadan çarpışıyorduk Kayıptık zihinlerimizde yarattığımız şiirin dizelerinde, mısralarında geleceği Görüntüleme 33
Ahmed Arif’e ait olan Oy Havar şiirini seslendirmeye çalıştım. Umarım beğenirsiniz. Yorum ve önerilerinizi yorum bölümünde paylaşırsanız sevinirim. https://www.youtube.com/watch?v=XvOY6CsWkqg&t=8s Görüntüleme 37
“Akdeniz yakası, Aydın elleriKuşlar gider bizim Abdal Musa’yaCemal’in görünce yürüdü dağlarTaşlar gider bizim Abdal Musa’ya 23 Haziran akşamı bizler de İstanbul’dan bu duygular ile yola koyulduk Abdal Musa diyarına doğru, 38. Abdal Musa etkinliklerine katılmak için. Geçmiş yıllarda gidemediğim etkinliklere bu yıl gitmek nasip oldu.Sabahın erken saatlerinde evimden çıkıp yola düştüm. Saat 10’da Küçükçekmece Garip Dede Cem Evi‘nin organize ettiği Abdal Musa etkinliğine katılmak için bizi bekleyen otobüslere yerleştik. Çevre
Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git.Kimsesizlerin olduğu ıssız sokaklardan,Sadece sokak lambalarının aydınlattığı soğuk şoselerdenYokuşlardanBeni bir başıma bırakıp git. Görüntüleme 63
Gidilecek yerler var yüreğinin götürdüğüBir kaç gün sürecekTabi ki var bu yolculuğun gecesiSoluk pencerelerin arkasındanSelamlar sizi Kız KulesiPencerenin önündeki sorar”Baba bu neyin kulesi?” Görüntüleme 81
Rıza Aksoy’un Bozcaada ile ilgili izlenimlerini kendi kaleminden okuyalım. Son yıllarda günübirlik geziler ya da hafta sonu turlarıyla oldukça ilgi gören Bozcaada’yı oradaki izlenimlerimi paylaşmak istedim. Daha önce Bozcaada ya gitmiş olanlar yakınlarına, arkadaşlarına hep tavsiye ederler orayı.Ben de bir arkadaş tavsiyesi ile Bozcaada’ya gittim. Geçen yıllık izin döneminde eski arkadaşlarla sohbetimiz sırasında; lise döneminden bir arkadaşımızın eşiyle birlikte Bozcaada da küçük bir otel işlettiklerini öğrendim. Daha sonra o arkadaşımı
Nazım Hikmet’in “kesik bir omuz başı gibi” eksikliğinin sızısını hissedeceğim Serkan dostumun.
Denizin üstü gibi altının heyecan verici, büyüleyici zaman zaman hareketli, tehlikeli bulurlar. Denizciler mitolojiyi bilmemelerine rağmen Poseidon’a inanırlar.
O’nu çocukluğumda ve gençliğimde sürekli duyar, hayat hikayesine hep gıpta ile bakardım. Arısu Köyü’nden ayrılışı ile başlayan hayat mücadelesi ve üzerine de yazın dünyasında yayıncı olması bu merak duygumu perçinlerdi. Misafirperverliğine, açık sözlülüğüne ve kitaplar ile kurmuş olduğu dünyasına yıllar sonra tanıklık etmiş, onu tanıdıkça hayranlığım katbekat artmıştı. Arısu Köyü’nden ayrılışı, İstanbul’a gelişi, Cağaloğlu’ndaki yayınevinin kuruşu ve Kadıköy’deki yerine taşınması değin hayat hikayesini anlatmıştı. Kitaplarla kurduğu dünya içinde heyecanla
Çocukluğumuzun, gençliğimizin genelde kahramanları vardır, varoluş hikayemizde hep önemli bir pozisyondadırlar. Özgürlüğe, umuda, paylaşıma dair kullandığınız sözcüklerde mutlaka onun katkısı hep olmuştur. Güzel günlere dair umudunuzu yaratan, sıcak tutan, bayraklık eden ve gölgesi ile duruşunuzu şekillendirme gibi bir misyonu vardır. Tekil bir hayatın içinde çoğul türkülerini hep birlikte söyletendir. Herkesin hayatında mutlaka bir Fazlı Aksoy’u var olmuştur. Hayatımda hep var olmaya devam edecektir. Onunla ilgili duygu ve düşüncelerimi hep yazmak
Yıllarını fotoğraf başta olmak üzere diğer sanatsal aktiviteleri takip etmiş, hayatın imbiğinden geçirmiş ve entelektüel birikimini yaratmış Rıza Aksoy’un sokak, İstanbul ve insan izlenimlerini bu sayfada paylaşacağız. Fotoğrafla uğraşan Dilan Bozyel “Metin Erksan’ın “Sevmek Zamanı” filmini izledim daha renkli foto çekmem” demiş. İnsan duygusunu, yalnızlığını, efkarını ve hüznünü yansıtan siyah beyaz fotoğraf çekmeyi son zamanlarda düstur edinmiş Rıza Aksoy. Bir sohbetimizin söz arasında “Ara Güler’i arıyorum kendi çapımda…” demişti, fotoğraflarında
Diğer yazı için sağa kaydırınız… Adam ve Deniz Deniz ve Adam Denize uzanan iskele, iskelede Adam, deniz hırçın, Adam sakin, Adam denize bakıyor, deniz Adamın farkında değil… Yorgundu yüreği adamın, deniz gibi…Deniz gibi hırçındı bir zamanlar; coşkulu-derinden dalgalara vurduğundaO günlerden eser yoktu şimdiDalgalar geri çekildikçe adam da geri çekildi… Oysa, kocamandı bir zamanlar o yürek- ki; denize sevdalıDeniz de adama sevdalıBir zaman bakıştılar denizle adam. Adam sustu; yüreği sızladı büsbütünDenize
Siyah beyaz Türk filmlerinde hafızalarda kalan enstantanelerden bir tanesi de balıkçı kasabalarıdır. Motorların, martı sürülerinin, balıkçı ağlarının ve balıkların rol kestiğine tanıklık edersiniz. Aşk, balık ve balıkçı amca üçgeni içinde bulursunuz kendinizi. Aşk hikayesinin bir yerinde bu büyüyü bozmak isteyen gangster kılıklı tiplerin koşuşturmaları içinde hep mutlu sonla bitmesini istersiniz. Pos bıyığı ve sevecen tavırları ile balıkçı amcaları bu hikayenin hep mutlu tarafında görürsünüz. Film sonunda bir balıkçı kasabasında olmak
“Benzemez kimse sanaTavrına hayran olayım …” Klarnetinden yükselen nağmeleri Foça sahilinin her yerinden duymanız mümkün. Kayıtsız kalmamanız mümkün değil hani o derece içten. Öyle ki kediler klarnetten çıkan nağmeleri duyduklarında, usulca yaklaşıp uzanıyorlar sere serpe öylece yanına. Uyuyorlar mı yoksa dinliyorlar mı anlamak mümkün değil, bana dinliyorlarmış gibi geliyor. Eserini icra ettikten sonra kısa bir mola veriyor, fotoğrafını çekmek için izin alıyorum. “Klarnetimin notalarında gezinirken çek.” diyor. Bir fotoğrafçının doğallık
Umut, çocukların dokunuşlarında, sıcaklığında, sevecenliğinde, gülüşünde saklı… Sevmek dokunmakla başlar, avuç içindeki sıcaklık sarar bedenini, yüzündeki tebessüm ile ele verir seni, küçük dokunuşlar ile gezersin evreni, büyütür göz bebeklerini, göğüs kafesine sıcak hava girer, gezer bütün bedenini, Gökyüzündeki bulutlar yağmura döndüğünde, küçük bir aralıktan güneş gözünü aldığında, durağan bir yıldızın kayma anında ve farkına vardığında, Bazen birden, aniden karşına çıkar, yedi renk bir cümbüşe bürünür ve herkes ona hayran bakar,
Anayoldan Yalova Çiftlikköy yan yola girdiğinizde otantik bir restoranla karşılaşırsınız ve aç olduğunuzu hissedersiniz. Açlığınız bedensel değil ruhsaldır aslında. Betonarme yapıların kuşattığı kentlerde yaşayanların açlığıdır, tam tarif edersek.60-70 li yılların aranjman-hafif müzik ve anadolu pop şarkıları eşliğinde köftenizi yersiniz Alaturka köftecisinde. Alafrangaya inat çatalınızla köfteyi böler, manda yoğurdunu kaşıklarsınız. Radyoda Sezen Aksu’nun “Alaturka” şarkısı, dilinize dolanır, söylenir de söylenirsiniz.“… Gece inerkenSöner perde perdeGrubun rengiDerken başlar semada saltanatBen ağlarım gülerken…” Geleceği
Gün ağarmıştı, Kahverengi ve yeşil renkleri kardeş olmuş Kızılırmak’ı sarıp sarmalamıştı. Her gün sabahın erken saatlerinde bu dinginliğe kendine bırakır, hayatı bir film şeridi gibi gözlerinden gelip geçerdi. “Hayat nelere kadir” dedi ellerindeki kıvrımlara bakınarak. Ellerini saklamak, hatta geçmişi hatırlatacak ne varsa ortadan kaldırmak istedi. Nasıl kaldıracağını bilemedi. Boş bankları hep kendisinin doldurduğunu düşünürdü, tıpkı şu anda olduğu gibi. Belki de bu boşluğu doldurmak için buradaydı, bir an mutlu olduğunun
gölyazı Gölyazı, Bursa’nın antik yerleşim yerlerinden biridir. Yarımada üzerine kurulan Gölyazı’nın tarihi M.Ö. 6. yüzyıla dek uzanır. Yazılı kaynaklardan edinilen bilgilere göre; Gölyazı’nın antik adı, bugün Orhaneli Çayı (Kocaçay) dediğimiz antik Ryndacus ırmağından kaynaklanan “Apollonia ad Rhyndacum”dur. Apollonia eski çağların ışık tanrısıydı. Antik çağlarda Anadolu’da kurulmuş “Apollonia” adlı dokuz kent olduğu bilinir. Bu adın diğer kentlerden ayrılabilmesi, için Apolyont (Uluabat) gölünü besleyen Aizonai (Çavdarhisar) çevresinden çıkan Rhyndacus denilen ırmağa atfen
Sokaktan içeri girilmeyen zamanlardı bizim çocukluğumuz. Şimdilerde sokakların bomboş olduğu düşünüldüğünde ne kadar özel zamanlar olduğu aşikardır. Sevginin saygının paylaşımın yoğunluğuna yaşandığı zamanlardı. Evcilik oyunu ile hayat pratiğinin süzgeçlerimizden geçtiği dönemlerdi. Değirmendere sahilinde yürürken kadrajıma takılan görüntü ile birden çocukluğum belirdi gözlerimde. Biraz hüzün biraz da özlem duyguları geçti akıl çemberimden. Görüntüleme 66
F1.8 ISO50 Uzun zamandır bekliyordu, beklemekten ve bekletilmekten hoşlanmazdı. Genelde buluşmalarına erken giderdi. Saatlerce beklese de buna değdiğini düşünürdü. Arkadaşını daha önce uyarmıştı. Fakat yine bekliyordu…Geçen sefer daha uzun beklemişti, bu sefer ne kadar bekleyeceği belli değildi, bir dakika veya bir saat olması, uzun veya kısa olması arasında bir fark yoktu, adı üzerinde bekliyordu. Halk arasında “beklerken ağaç oldum” sözünü anımsadı ve etrafındaki ağaçlara bakarak gülümsedi acaba etrafındakiler beklerken mi
Konya havaalanına indiğinizde temiz ve kuru havayı teneffüs ederken bulursunuz. Hele ki geldiğiniz yerde hava konusunda mustaripseniz Konya havası size yeter. Düz bir ova üzerine kurulu olan Konya’da gözünüze çarpan tepe, dağ gibi yükseltiler olmadığı için de ayrıca bir şaşkınlık yaşarsınız. Gözünüze çarpan tek tepe Alaaddin Tepesidir, tepe demek için bin şahit ister. Konya’da Mevlana Müzesini ve Selimiye Cami’yi gezdikten sonra daha iç taraflara geçtiğinizde Aziziye Camii dikkatinizi çeker. Aziziye
Paylaşın Paylaşın Paylaşın Anadolu’da yapı tekniği olarak Kerpiç kullanımı yapılan araştırmalara göre M.Ö 5000 li yıllara kadar gitmektedir. Yerleşik uygarlığın ilk çağlarından itibaren, insanın ürettiği ve biçimini istediği gibi belirlediği ilk yapı malzemesi kerpiç olmuştur. Dünyanın orta kuşağındaki bütün bölgelerde kırsal konut malzemesinin kerpiç olduğu, kerpiç dayalı yapı geleneğinin en büyük tarihi verilerinin Mezopotamya, İran ve Orta Asya’da üretildiği kaynaklarda belirtilmektedir. Eski Anadolu ve Mezopotamya’nın geleneksel yapı malzemesi olan ve
Bostancı’dan Ada Vapuru ile Büyükada, Heybeliada ve Kınalıada üzerinden Burgazada’ya bir saat yolculuk sonrası ulaşıyoruz. Deniz ve martı cümbüşü içinde hiç bitmesin diye düşünüyoruz. Aslında vapurun Büyükada ve Heybeliada üzerinden Burgazada’ya ulaşacağını tahmin ediliyorduk fakat yolun ve zamanın uzamasından dolayı hayal kırıklığına uğramiyoruz. Vapurdan indiğinizde sizi Sait Faik Abasıyanık hoş geldiniz edasıyla karşılar, yaslandığı yereden; Sana koşuyorum bir vapurun içinde Ölmemek, delirmemek için. Yaşamak; bütün adetlerden uzak Yaşamak…. İskeleyi ve
Sonbaharın serinliğini yavaş yavaş iliklerimizde hissetmeye başladığımız Eylül ayı ve kimyasal madde üreten bir fabrikanın yangını sonrası ortaya çıkan uyarıların tedirginliğinde 1,5 saat yolculuktan – İstanbul’a 166 km mesafede- sonra Poyrazlar Gölüne 19 kişilik kafile ile ulaşıyoruz. Rehberimiz Murat hoca ve Klos Dağ Klübü Başkanı Sönmez hocanın direktifleri ile kamp çadırlarımızı kuruyoruz. Sonrasında 12 km lik yürüyüş parkurumuzu kimi zaman zorlanarak kimi zaman da eğlenerek tamamlıyoruz. Gece ateşinin etrafında türküler
Bir sokak düşünün, hem de derinliğince deniz, alabildiğince gökyüzü olsun, “ hasretinden prangalar eskitsin” hücrelerine şiir hapsolsun, bir omuzunda şair ceketli çocuk diğer omuzunda ise ilhamlar olsun.
Seddülbahir, 1915 ten beri matemini yaşıyor, içindeki fırtınalarla yaşamaya ve gizlemeye çalıştıklarıyla dingin görünmeye çalışıyor gibi aslında. Geçmişin izlerini takibe çalışmadan bu hüznü sizin de içinizde yaşamanıza izin veriyor aslında.
MASAL KENTİ VENEDİK Zorlu yolculuk ve havaalanında uzun bekleyiş sonrası Venedik’e ulaşıyoruz. Şehrin dışındaki otelimize ayak basar basmaz, otelden aldığımız otobüs bileti ile Venedik’e geçiyoruz. Venedik gezilecek yerleri keşfetmeden önce bu eşsiz kentin tarihi hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. 170 kanal ve 400 köprünün bulunduğu Venedik; Büyük Kanal ( Canal Grande) şehrin büyüsünün yaratılmasında etkin rol oynamış. “Venetians” “Diğerleri” Romalılar yerel halkı bu ad ile nitelendirmişler ve ötekileştirilen halkın adı
2013 yılının Ağustos ayında Fotoğraf Atolyesi ile, ters lalenin diyarına şarkılarla, türkülerle gidiyoruz. Göle ulaşır ulaşmaz fotoğraf ekipmanlarımızı alelacele kuruyoruz, dikkatimizi kör yılan çekiyor ve sürekli deklanşör sesleri içinde fotoğraflamaya çalışıyoruz. Yılan istifini bozmadan bize poz veriyor gibi. Sanırım yüzlerce fotoğrafı olan ilk hayvan olarak tarihe geçti. Hayata küsmüş gibi, gökyüzüne, güneşe veya size bakması gerekirken yere bakan bir lale düşünün. Ters lale… Sanki onu ikna etmeye çalışma edası
Ağustos aylarının bunaltıcı sıcaklarından kaçmak istiyorsanız; Hendek Çiğdem Yaylası 18 derecelik muhteşem havasıyla sizleri bekliyor. Elmacık Dağı’nda ve 1500 m. yükseklikte olan Çiğdem Yaylası’na Hendek ve Karadere köylerinden insanlar yaylacılık yapmak için gelmişler. Geniş bir alana kurulmuş ve etrafı çam, köknar ve kayın ormanlarıyla kaplı olan yaylanın halkı ise tam bir misafirperver. Yaylanın sıcak kanlı yaşayanları, yaylarına gezmeye gelen kişilerle kesinlikle muhabbet etmeden bir istekleri olup olmadığını sormadan geçemiyorlar. Fazlı Aksoy Fazlı
Kül yağıyor geceleri buralara, katran karası yollara, yeşilini kaybetmiş fidanlara.
Gün batımında adamın elinde oltası, oltasının ucunda bir ada, asılmalı oltaya, avucunun içine alıp saklamalı, ne kadar çok ada o kadar umut, cesaret, sevda… Fakat daha çok var ada, gün bitmeden karanlıklar bastırmadan tutmalı. Gözüne kestirdiğine salladı; boşa çıktı. Karamsarlığa kapılmanın zamanı değil, toparlanmalı ve tekrar tekrar sallamalı. Görüntüleme 42
Olan biten her şey göründüğünün, gördüğümüzün tam tersi. Ne kadar bir şeysek aslında o kadar o şey değiliz. İnanmak istediklerimiz, kendimizi inanmaya zorladıklarımız gerçekte kaçmak istediklerimiz.
Sıcağın kırmızısı, şafağın sarısıdır yüzümüze vuran, Yalın ayak koşuşların acısında torpülenir hayat Soğuk iklimlerden gelen rüzgarın sesi, donan iliklerin döngüsü Yarınsız dünlerin acısında kavrulan etlerimiz Sancısız doğuşların habercisidir. Fırtınasız okyanuslarda, dingin denizlerde yok olur sessizlik Kıvrılan nehirler, Çatlayan topraklar, Ve gözyaşları Geride kalanlar, geriye bakanlar Bir tek çocuksu gülüşler hatırlatır umudu. Kavgasız günler, vicdansız ölümler, geri dönmesiz sürgünlerden gelir hayat Görüntüleme 44
“Siyah boya bitmiş” diye söylendi. Daha yetiştirmesi gereken bir kaç ayakkabı daha vardı. Boyanacak ayakkabıların rengi de siyahtı. “Talihime tüküreyim” diye kendine lanet okudu. Kasabanın en işlek caddesinde ekmeğinin peşine koşan boyacı Ali her zaman ki gibi durduğu noktada dünyayı boyar gibi, yarınını boyar gibi, en önemlisi yaşamını boyar gibi alın teri döküyordu. Bazen iki elini çenesine götürür, yanındaki yıllara meydan okuyan çınara bakar ve uyanmak istemediği bir rüyaya dalmak
Ömür; yazılmış öykülerden, sürükleyici bir romandan veya epik bir dramdan oluşan bir kitap olarak düşünülse, kitabın arka sayfasındaki özet sanırım yüzümüzdeki ve alnımızdaki çizgilerden oluşurdu.