Yükleniyor
0   /   100
İzlenim  /  Gezi

Martı

İstanbul dışında başka bir şehir düşünemiyorum martı ile özdeşleşmiş. Gökyüzünde martıları görmesem dünyanın sonu gelmiş gibi bir hissiyata kapılırdım diye düşünüyorum. İstanbul’a dair bir resim çizilse sanırım ressam ilk önce boğazı sonra martıları çizerdi ya da tersi.

İstanbul temalı şiirlerde martıya rastlamasanız sitem edersiniz gibi geliyor. Şairlerin en önmeli ilham kaynaklarından bir tanesi de martılar olmuştur. Edebiyatımızın en önemli şairlerinden Bedri Rahmi Eyüboğlu “İstanbul Destanı” adlı şiirinde, martıdan şu şekilde bahseder;

İstanbul deyince aklıma martı gelir
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
Bir varmış bir yokmuş

 Martı denilince Nazım Hikmet’in de hatırlanması gerekir. Bir sözünde,“İnsan; denizin olmadığı yerde, umut adına, martı olmalı.” 

Martıya dair ne çok söz vardır…

“Fırtına ne kadar şiddetli olursa olsun martı sevdiği denizi asla bırakmaz.”

Bir grup insan karanlıkta kaybolmuş ve yolunu arıyor, kısa bir anlığına ortamın sessizliğine  kulak kabartıyorlar ve uzaklardan martı sesi duyuyorlar, o an nerede olduklarının farkına varıyorlar ve yüzlerinde tekrar yolunu bulmanın mutluluğu aniden beliriyor. İzlediğim bir film karesinden hatırlıyorum bu anı. Umudun tekrar hayat bulmasında yönetmenin çözümü harika değil mi.

Ülkemizde martı temalı öykülere veya romanlara rastlamak pek mümkün değil maalesef. Genellikle çocuk kitaplarında rastlarsınız martıya. Belki de özgürlük; çocuk dünyasına ait bir kavram olarak düşünüldü…

Martı bize has bir kuş değildir tabiki başka ülke yazarlarına da ilham kaynağı olmuştur. Antony Çehov’un Martı en bilinen eserlerden bir tanesidir. Diğer bir eser ise “Martı Jonathan Livingston”, ABD’li yazar Richard Bach tarafından 1972 yılında yazılmış ve bir martının hayatını anlattığı kitabında;  Martı Jonathan Levingston’un başından geçen olayları okuyucuya, özgürlük ve esaret kavramları varoluşsal bir bakış açısıyla anlatmıştır.   Özgürlük temasını en iyi anlatabilecek hayvan olarak martıyı seçmesi tesadüf olmasa gerek.

Sürüdeki martıların sıradan hayatı ona göre değildi. Başarısız olsa da uçma tekniğini mükemmelleştirmek için asla pes etmeyecek ve sürekli deneyecekti. Onu sıradanlaştıran herkesten her şeyden uzak durmaya karar verdi ve amacına odaklandı. Başarısız denemelerinden ardından bir süre sonra yavaş yavaş kanatlarına hâkim olmayı ve onları istediği gibi yönlendirmeyi öğrendi. Bir gün hız rekorunu kırdıktan sonra başarısını paylaşmak için sürüsüne geri döndü. Başardığı şeyi duyduklarında sürüsü onunla gurur duyacak, zevkten çılgına döneceklerdi. Onlara “ Yaşamak için ne çok neden var! Balıkçı teknelerinin etrafında o rutin, sıkıcı ve dönüp dolaşmaktan başka nedenler de var yaşamak için… Cehaletimizi kırabiliriz, becerilerimizi, yeteneklerimizi ve aklımızı kullanarak kendimizi bulabilir, kendimiz olabiliriz. En önemlisi özgür olabiliriz!” dedi.

Martı ile deniz o kadar özdeşmiş ki kökeni Latince maritimus “denize ait, denizci” sözcüğünden evrilmiştir. İnsanoğlu dilini oluştururken bu birlikteliği ölümsüz hale getirmiş. Bu durumun farkına varmak bile insanı mutlu ediyor. 

Siz hiç İstanbul vapurunda martılara simit attınız mı? Ya da parmaklarınızın arasındaki simitin martı tarafından alınışına tanıklık ettiniz mi? Bir kuş olmak isteseydiniz sanırım martı olmak isterdiniz, en çok kullandığınız sözcükler özgürlük, umut, gökyüzü, deniz ve mavi ise…