Gölyazı; sonbaharın hüzününü, bir o kadar da huzurunu yansıtıyor. Güneşin batışıyla ile birlikte, göl üzerindeki ışık oyunları ve hafif kahverengi tonlar, doğanın sakin bir uyum içinde olduğunun hissini uyandırıyor. Sazlıklar ve gölün çevresindeki yeşil ve sararmış otlar, mevsimin geçişine tanıklık eden birer sessiz tanık gibi. Kahverengi kayık, bu bütünsel manzaraya insan dokunuşunu eklerken aynı zamanda...
Şeref Aksoy
Bir feribot, geçiyor dalgasını denizle, dalgasında savruluyor, yalpasında batıyor, küpeştesinden bir martı haykırıyor, pruvasından bir meltem yalıyor, insanları ufukta kayboluyor, deniz dinginliğinden hayli uzakta, isyanlarda yani, feribot; geçiyor dalgasını denizle
İstanbul’un Garipçe köyünde, balıkçılar hazırlık yapıyorlar. Yarın gün ağarmadan vira yelken denize açılacaklar. Gökyüzünün uçsuz bucaksız maviliği, balıkçıların ellerindeki ağlar, insan emeğinin ve doğayla kurulan güçlü bağın bir simgesi gibi görünüyor.Fotoğraftaki dört balıkçının ellerindeki ağlar, yalnızca bir av malzemesi değil; aynı zamanda geçim kaynağı, emeğin vücut bulmuş hali ve denizin cömertliğine duyulan güvenin bir sembolü.Zemindeki...
Yer, Eminönü. Fotoğrafçı, İstanbul’un günlük koşuşturması içinde beklenmedik bir anı yakalıyor, ama anın detaylarına bakınca tezatlıklar fark ediliyor. Bankta oturan teyze, belki de arkasındaki yazıdan habersiz. Üzerinde “İstanbul’un en keyifli yeri” yazan bu detay, onun o anki ruh haliyle ironik bir zıtlık oluşturuyor. Teyze el hareketleri ve dudaklarından dökülen birkaç kızgın sözle kendi dünyasını yansıtırken, ...
O gün sabah erkenden kalkmıştı. Hava serindi uzun süre göle baktı, sessiz ve sakindi. Barınağında ağlarını özenle kontrol etti; her düğümde geçen günlerin hayal kırıklıkları gizliydi. Bugün deniz ona cömert davranacak mıydı? Bir kez daha, ağlarını suya bıraktı. Gün ilerledikçe güneşin sıcaklığı arttı, ama bu defa ter sadece yorgunluktan değil, heyecandandı. Çektiği ağlar, uzun zamandır...
Yine Fotoğraf Atölyesi ile Bursa’da fotoğraf gezisindeydik. Bursa’nın taş döşeli sokaklarında yürürken, objektifimizle yine bir hikâye arıyorduk. Dar bir sokağa saptığımızda karşımıza fotoğraf karesindeki sahne çıktı. Gözümüzün önünde rengârenk desenleriyle yere serilmiş bir halı, sanki sokak arası bir sergi. Üzerinde sabun köpükleri ışıldıyor, desenler her bir fırça darbesiyle yeniden canlanıyor gibi. Çocuklar dört bir yanına...
Giriş:İstanbul’un İstiklal Caddesi… kalabalık, kaotik ve bir film platosu gibi. Her köşe başında başka bir hikaye, başka bir sahne… Ve işte bir köşede iki adam, yüzleri hikayelerle dolu, ellerinde sigaralar, bakışları boşlukta. Onlar bu filmin figüranları, verilen rolleri sessizce icra ediyorlar. Yanlarında yatan köpek ise izleyici. Bu sahne, hayatın kendisi gibi, hem gerçek hem de...
Yaşlı adam, sabah güneşinin solgun ışıkları altında parkın köşesindeki bankta oturuyor. Yüzünde, zamanı yontan yılların izleri var. Her kırışıklık, bir söz; her bakış, eskimiş bir anı taşıyor. Adamın mavimsi gözleri, uzak bir yerlere bakıyor. Gözlerindeki boşlukta, eskimiş hatıraların yankıları duyuluyor. Belki gençliğinin baharını, belki sevdiklerini ya da hayallerini düşünüyor. Hava; adam ile uyumlu, ılık. Rüzgâr;...
Ilık bir rüzgar, Sultanahmet Meydanı’nda geziniyor; tarihin, mazinin, hayatın, eskinin üzerinden savrulup insanların arasında dolaşıyor. Dokunduğu her insanda farklı duygular uyandırıyor. Fotoğraf makinem omzumda, birkaç arkadaşla birlikte tarihin ve hayatın küçük anlarını kaydetmenin peşindeyiz. Minarelerin gölgesi düşüyor kaldırımlara, raylara, tramvaylara, parke yollara ve güvercinlerin kanat sesleri yankılanıyor. Tarihin dokusu içinde kaybolmuşuz, geçmişin yaşanmışlıklarına dokunuyoruz. O...
90’larda çocuk olmak, teknolojinin yalnızlığından uzakta, sokakların çocuk sesleri ile yankılandığı, mutluluğun küçük şeylerde saklı kaldığı bir dönem içinde büyümekti.